Osmanlı Devletinin son devresinde yetişen âlim ve evliyâdan. İsmi Ahmed bin Muhammed bin İsmâil'dir. Ankara'da doğdu. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. İlim ve fazîlet sâhibi bir zât olarak yetişti. Asrın fazîletlilerinden el-Hâc Ahmed Hilmi adıyla tanındı. 1916 (H.1335) senesi Muharreminin (12 Teşrîn-i Sânî) Pazar günü İzmit'te vefât etti. Sultan Orhan Câmii civârındaki Bağçeşme kabristanına defnedildi.

Ahmed Hilmi Efendi, ilim ve edeb üzere yetişip, Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî hazretlerinin talebeleri arasına girdi. Hocasından tasavvuf yollarından Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin insanları yetiştirmedeki terbiye usûlü olan Hâlidiyye kolundan icâzet (diploma) aldı. Sonra İzmit'te Fevziye, Taşıçılarbaşı ve Yeni Cumâ câmilerinde imâm ve hatiplik yaptı. Bu vazîfesi sırasında haftanın salı ve cumâ günleri yatsı namazından sonra Hatm-i hâcegân gibi hayırlı işlerle meşgûl oldu. Çok kimseyi Allahü teâlâyı anmaya ve hatırlamaya alıştırdı. Onların gönüllerinin toplanmasına çalıştı. Bilâhare çıkan dedikodular yüzünden Kastamonu taraflarına gönderildi. Orada ikâmete (kalmaya) memur edildi.

Ahmed Hilmi Efendi orada Müslümanların dinlerini korumaları için lâzım olan bilgileri öğrenmelerine dâir Muhibbü'l-Fıkh li Hıfzı'd-Dîn ismindeki eserini hazırlayıp neşretti. Daha sonraları İzmit'e döndü. Vakitlerini medresede ders ve talebe yetiştirmekle ve ibâdetle geçirdi. Vefât haberi zamânın İkdâm Gazetesi'nin 15 Muharrem 1916 Pazar günkü nüshasında irtihal başlığı altında şöyle yayınlandı:

"İzmit'te Gâzi Süleymân Paşa Medresesi Müderrisi Hulefâ-i Nakşibendiyye-i Hâlidiyyeden ve Fudalâ-yı asrdan Ankaralı Hacı Ahmed Hilmi Efendi irtihal-i bekâ eylemiştir. Mevlâ-yı müteal rahmet eyleye. İzmit'te Orhan Câmii civârındaki Kal'a kabristanına defnedilecektir."

Ahmed Hilmi Efendi kitabını yazma sebebini şöyle anlatır:

Kastamonu vilâyetinde ikâmete memur olduğum günlerden birinde sâlih bir zâta misafir oldum. O esnâda bana anlattı: Onun sevdiklerinden biri hasta olmuş. Tedâvî için bir tabîb getirmişler. O tabîb misâfir olduğum zâta; "Bir hasta için bir köye gitmiştim. Orada ihtiyar bir adama peygamber ve kitabınızın ismi nedir diye sordum. O ihtiyar cevap veremeyip sükût etti. Sonra ben o adama, peygamberimin ismi Îsâ, kitâbımın ismi İncîl'dir. Bak ben biliyorum sen bilmiyorsun, dedim." diye anlatmış.

Bu anlatılan gayretime dokundu. İnsanlara nasîhat olarak vâzda ve dışarıda hoca efendilere işin önemini, vehâmetini söylemişsem de, içimdeki ateş dinmedi. Bir zaman Devrekâne nâhiyesinde Tevfikiyye Medresesinde ders okuturken ihlâs sâhibi bir zât bu eseri hazırlamamızı istedi. Allahü teâlâya tevekkül ederek yazmaya başladım ve bu eser meydana geldi.

İmâm ve Hatip efendilere tavsiye ve ricâ ederim ki, cumâ günü ve cemiyetlerde (toplantılarda) ilmihâle dâir bilgiler okumalı, yalnız sıbyanlar (çocuklar) ile yetinmeyip, cumâ namazından evvel Dürri Yektâ Şerhi ve İmâm-ı Birgivî'nin Vasiyyetnâme'si ve bunun şerhlerinden edinmeli ve ahâliye (müslümanlara) okumalıdır.

Ahmed Hilmi Efendi yine şöyle anlatır:

Peygamber efendimiz; "Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir." buyurdu. Dînin emir ve yasaklarını bildirmede âlimler vâristir. Peygamberler dîni, diyâneti insanlara bildirip açıklamakta neler çektiler. Fakat ilâhî emir ve dînî vazîfeyi bildirmekten geri durmadılar.

İnsanlar ise onlara bu tebliğ ettikleri, bildirdikleri şey sebebiyle düşman olurlardı. Peygamberler cenâb-ı Hakk'a tevekkül edip (sığınıp, güvenip) onlardan korkmadılar. Bizler ise dünyâ geçimini düşünüp ararız. Onu da tamam elde edemeyiz. Bâzımız dünyâda ve âhirette perişan olur gider. Dîni öğretmede tamâmen peygamberlerin yolunda olsaydık dünyâ ve âhiretimiz mâmur olurdu. Yavrularımız dinlerini tam öğrenemiyorlar. Yardıma muhtaçlar. Rabbimizin; "Allahü teâlânın dînine yardım ederseniz Allahü teâlâ da size yardım eder" (Muhammed sûresi: 7) buyurduğunu duymuşsunuzdur.

HEPSİ HAKTIR GERÇEKTİR

Ahmed Hilmi Efendi buyurdu ki:

Mümin mümine yardım ve muâvenete borçlu gibidir. İşini âlimlerin bildirdiği şekilde yap. Bu zamanda fetvâ, takvâ aranmaz deme. Bu nefs ve şeytanın aldatmasıdır. İslâmiyette güçlük ve zorluk yoktur. Eski ümmetlerde olan güç ve ağır teklifler bu ümmetten kalkmıştır.

Ne çâre ki din kayrılmaz. İş âlimlere sorulmaz. Âdet ne ise ona bakılır. Nefs ne isterse o yapılır. Yine de müslümanlık dâvâsına kalkılır. Heyhat uzak böylelerine müslümanlık.

Komşu hakkında şöyle bildirdi:

Hazret-i Enes, Peygamber efendimizden rivâyet etti ki: "Kişinin îmânı doğru olmadıkça, kalbi doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça kalbi doğru olmaz. Mümin, komşusunun lisanından (dilinden) emin olmadıkça Cennet'e giremez."

Îmânı tâzelemek husûsunda buyurdu ki:

Her gün tecdîd-i îmân (îmânı yenilemek) müstehaptır. "Yâ Rabbî! Eğer benden unutarak ve yanlışlıkla ve bilerek küfür ve şirk ve günâh ve her ne meydana gelmiş ise ben onların hepsinden dönüp vazgeçtim, pişman oldum. Bir dahi yapmamaya söz verdim. İslâm dînini kabûl ettim. Peygamber efendimiz hazretleri senin tarafından her ne getirdi ise inandım, kabûl ettim. Dilim ile söyledim kalbim ile tasdîk ettim. Hepsi haktır, doğrudur ve gerçektir. Eğer söz ve işlerim dîne aykırı ise ondan da pişman oldum. Vaz geçtim." demeli ve Âmentü duâsını okumalıdır.

1) Muhibbü'l-Fıkh li Hıfz-id-Dîn; s.3

2) Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî; s.163