[Mezhepsizler isimli kitaptan]
S. Uludağ – F. Kavukçu
İkisinin müşterek yazdığı (Kelam Dersleri) kitabında deniyor ki:
(Hanefi, Maliki ve Şafiilerinin eski mensupları da selefiye mezhebinden idiler.
Fakat daha sonra Eşariyye ve Matüridiyye mezhepleri teessüs edince bahis konusu
mezhep mensuplarının büyük ekseriyeti Matüridiyye ve Eşariyye mezheplerini
benimsediler.) (s. 201)
Hiçbir Ehl-i sünnet kitabında selefiye mezhebi diye bir şey yoktur. Selefin
mezhebi vardır, selef-i salihinden olan Eshab-ı kiramın tamamı müctehid idi,
herbirinin kendi mezhebi idi. Selefiye mezhebi diye bir mezhep yoktu.
Selefiye ne imiş bakalım:
(Kur’an metoduna uygun olarak eshabın dini inancını aynen muhafaza etmek ve
sonradan ortaya çıkan fikir ve bid’atlere iltifat etmemek vazgeçilmez bir
prensiptir.) (s. 202)
Eşariyye ve Matüridiyye Kur'an metodu değil midir? Bunlar Eshab-ı kiramın
inancını muhafaza etmiyorlar mı? Bunlar sonradan çıkan fikir ve bid’atlere
iltifat mı ettiler?
Baklayı ağızlarından çıkarıyorlar. Selefilerin kimliklerini de açıklıyorlar:
(İbni Kayyım Cevziyye gibi sonraki selefilerde bu hâl açık olarak görülmektedir.
Eski ve yeni selefilerin hepsine birden Ehl-i sünneti hassa denir.)
(s.203 )
Demek ki açıkça itiraf ediyorlar ki, selefiye mezhebi İbni Teymiye ve
talebelerinin yolu diye. Bir de Ehl-i sünneti amme varmış.
Onun tarifi de şöyle:
(Sünnet üzerinde itina ile durmayan, kuvvetli bir nass bulunmayan ve sahabe ve
tabiinden açık bir ittifak bulunmayan meselelere dalan ehli tevhiddir.)
Ehl-i sünneti amme denilenler kim? Kim olacak, dört hak mezhep... İbni
Teymiyeciler, sünnet üzere hareket etmiş, dört hak mezhep mensupları ise sünnet
üzerinde itina ile durmamış. İftira bu kadar olur.
Bir mezhepteki hükümlerin doğru olup olmadığını ancak Allahü teâlâ bilir. Çünkü
ictihad ictihadla nakzedilmez kuralı vardır. Fakat Uludağ ve Kavukçu, mezhepsiz
ibni Teymiye’nin selefiyesinin doğru olduğunu söylüyorlar. (Bu mezhebin
doğruluğunu ispatlayan deliller) adı altında, (Selefiye mezhebinin en
doğru, en emin ve en iyi bir mezhep olduğu akli, semi ve nakli delillerle ispat
edilmek istenmiştir) dendikten sonra, (Biz selef mezhebinin hak olduğunu
iddia ediyoruz) Deniyor. (s. 212, 213)
Vehhabilik hakkında diyorlar ki:
(Vehhabiler, Buhari ve Müslim'de rivayet edilen hadislere dayanarak Sünni ve
Şii'ler tarafından hürmet edilen kimselerin kabirleri üzerine bir hatıra olmak
üzere inşa edilen sanat ve tarih bakımından büyük değer taşıyan türbe, mescid ve
abideleri yıkmışlardır.)
Yukarıdaki cümle dinimize aykırıdır. Yapılan hareket ya iyi, ya kötüdür. Dine
uygunsa iyidir, değilse kötüdür. Tarih ve sanat değeri dinden üstün bir değer
değildir.
Meselenin aslı şudur: Vehhabiler (selefiler) nassları tevil etmezler. Hadis-i
şeriflerdeki maksad-ı nebeviyi bilmedikleri için dine aykırı sanarak bunları
yıkmışlar. Fakat bu iki zata göre, vehhabiler dine uygun hareket etmişlerse de,
sanat değeri büyük olan böyle eserleri yıkmaları uygun olmamıştır.
Son olarak deniyor ki:
(Şevkani üzerinde de vehhabiliğin tesirleri görülür. M. Abduh, Mısır'da
vehhabiliğin münevver ve kültürlü bir temsilcisi sayılabilir.) (s, 218)
Sicilli mason Abduh acaba niçin münevver ve kültürlü diye övülür? Vehhabinin
münevverliği nereden gelir ki?
(Şevkani, zeydiler arasında çıkan serbest düşünceli bir âlim) deniyor.
Serbest düşünce ne demektir? Yani hiçbir hak mezhebe bağlanmamış mezhepsiz demek
midir?
Kitabın çeşitli yerlerinde İslam filozofu tabiri kullanılmaktadır. Filozof kâfir
demek anlamına geldiğine göre İslam kâfiri ne demektir? Aynı şekilde İslam
düşüncesi tabiri kullanılmaktadır. Düşünce insan mahsulüdür. İslam ise ilahidir.
İslam felsefesi demek gibi İslam düşüncesi demek de küfürdür.
Uludağ’dan gelen cevap
Şöyle diyorsunuz: (Hiçbir Ehl-i sünnet kitabında Selef mezhebi diye bir şey
yoktur, selef vardır, Selef mezhebi diye bir şey yoktur.) Biz diyoruz ki bu
tamamen asılsız bir iddiadır. Hiçbir temele dayanmayan bir iddianın kaynağı
bilgisizlikten gelen cesarettir.
[Yazarın notu: Uludağ, selefin mezhebini selefiye diye yutturmaya
çalışmıştır.]
Bizim üzerinde durduğumuz konu itikadi ve kelami mezheplerdir. Hanefi, Hanbeli,
Şafii ve Maliki gibi ameli ve fıkhi mezhepler değildir. Bu iki nevi mezhep
bilerek veya bilmeyerek yekdiğerine karıştırılmıştır. Selefiye mezhebinin hak
oluşundan, dört hak mezhebin bâtıl ve bid’at olması lazım geleceği gibi akıl ve
ilim dışı bir netice çıkarılmıştır.
[Yazarın notu: Dört mezhebin itikadları tek olan Ehl-i sünnet vel cemaat
değil mi? Dört mezhebin itikadlarına ehl-i sünneti amme dersen, “Sünnet
üzerinde itina ile durmayan, kuvvetli bir nass bulunmayan” diye kötülersen,
elbette dört mezhebi de kötülemiş olursun.]
Eşari mezhebi haktır demek Hanefi mezhebi hâşâ bid’attir manasına mı gelir?
[Yazarın notu: İmam-ı Eşari, Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinin iki imamından
biridir. Yani dört hak mezhebin bağlı olduğu itikaddaki iki imamdan biridir.
Bunlar birbirinden ayrılamaz.]
Selefiye için de durum aynıdır.
[Yazarın notu: Sen ibni Teymiye ve talebeleri selefiye mezhebinden idi
demedin mi? Selefiyeye bağlı olan fıkhi mezhep var mıdır? Selefiye sapıklık ise,
ona bağlı olan fıkhi mezhep de sapıktır. Ehl-i sünnet hak ise, ona bağlı olan
fıkhi mezhepler de hak olur. İtikad bozuk olursa amelin ne kıymeti olur? Biz
itikadi mezheplerden söz ediyoruz, fıkhi mezheplerden değil, mugalatasını kim
yutar ki?]
Ben size soruyorum. Selef mezhebi var mıdır yok mudur?
[Yazarın notu: Selefin mezhebi var, selefiye mezhebi yoktur, aşağıda genişçe
izah edilecektir.]
Varsa bu mezhep yeni mi çıkmıştır veya H. 727 de vefat eden ibni Teymiye
tarafından mı çıkarılmıştır? Ondan iki asır kadar evvel yaşamış olan Gazali ve
hatta ondan çok daha evvel, Eşari ve Matüridi mezheplerinden bile önce selefiye
mezhebi hak mezhep olarak ortada yok mu idi?
Gazali, (Biz selef mezhebinin hak olduğunu iddia ediyoruz veya iddia ettik)
diyor. Daha iyi anlayasınız diye Hüccetü'lislam Gazali'nin ifadesini aynen
verelim. “Idd'eyna enne'l hak hüve mezhebü's-selef”
Şimdi soruyoruz Gazali'nin sözünü aynen naklettiğimiz için mi iyice açık vermiş
olduk? Bu sözü Gazali söyleyince ona Hazret dersiniz biz ondan nakledince
Mezhepsiz oluruz demek ha? İnsaf ve izan sahibi olanlar buna ne derler acaba?
[Yazarın notu: İsim benzerliğinden demagoji yaptığınız nasıl sırıtıyor.
Selefin mezhebi ayrı, selefiye mezhebi ayrıdır. Selefin mezhebi ehl-i sünnet
vel-cemaattir, selefiye mezhebi ibni Teymiye’nin yoludur. İleride geniş olarak
cevap verilecektir. ]
“Selef mezhebinin hak oluşunun delili” diye başlayarak yukarıdaki cümlenin
Gazali'ye ait ifadesi de şöyle: “Ed-delil ala enne'l hak mezhebü's-selef, enne
nakizehü bid’atün.” Bu ifadeyi kitabımıza almamız “Dört mezhebe yapılan iftira”
oluyor.
[Yazarın notu: Aynı nakarat. İmam-ı Gazali hazretleri selefin mezhebi diyor.
Selefiye mezhebi demiyor ki. Gözümüzün içine baka baka yutturmaya
çalışıyorsunuz.]
Bu sözü söylemek gerçekten dört mezhebe iftira oluyorsa -ki asla böyle bir şey
bahis konusu değildir- Bu iftirayı biz mi yoksa Gazali mi yapmış oluyor? Kaldı
ki biz hiçbir zaman amel mezheplerinden bahsetmedik. Selefiye mezhebinin doğru
olmasından, hak olan dört mezhebin yanlış veya bid’at olması katiyyen gerekmez.
Zira biri itikadi, diğeri ameli bir mezheptir. Ayrıca mezhep sahibi imamların
herbiri itikad bakımından selef mezhebinde olan ve bu mezhebin hararetli
taraftarlığını yapan saygı değer zatlardı.
Gazali hiçbir zaman selef mezhebini batırmaya çalışmamıştır. Aksine onu ihya
etmek için çalışmış ve elilcamül-avam isimli eserini bu maksat için yazmıştır.
“Selef mezhebi gıda gibidir, herkesin buna ihtiyacı vardır. Kelam ilmi deva
gibidir, sadece hastalığa yakalananlar buna muhtaç olur” diyen O büyük imamdır.
[Yazarın notu: Elbette selefin mezhebini övecektir. Selefiye diye tek kelime
geçti mi? Nasıl iftira bu?]
Hak olan bir mezhebin bir yerde yayılması, hak olan diğer mezhebin aynı yerde
yayılmasına engel olursa, bu durum iki mezhepten birinin bid’at olduğu manasına
gelmez. Misal: Kuzey Afrika memleketlerinde Maliki mezhebinin yayılması, Hanefi
mezhebinin buralarda, Anadolu’da Hanefi mezhebinin yayılması Maliki mezhebinin
burada yayılmasına mani oldu, denirse, yanlış bir şey mi söylenmiş olur?
[Yazarın notu: Fıkhi mezheplerin çok olması rahmettir. Ama itikadda iki veya üç
mezhep olmaz. İmam-ı Eşari ve imam-ı Matüridi ve Ehl-i sünnet kelamının
yayılmasının, selef mezhebinin yayılmasına engel olması da böyledir.]
“Bir mezhepteki hükümlerin doğru olduğunu ancak Allahü teâlâ bilir”
buyuruyorsunuz. Peki Eşari ve Matüridi mezhebindeki hükümlerin doğru, Selefiye
mezhebindeki hükümlerin yanlış olduğunu siz nereden biliyorsunuz?
[Yazarın notu: Bu husus genişçe izah edilecektir.]
Görülüyor ki Selefiye mezhebinin en doğru ve en emin yol olduğunu söyleyen biz
değil, H. 505 de vefat eden Gazali'dir. Biz Selefiye mezhebini anlatırken sadece
Ehl-i sünnet âlimlerinden, özellikle Gazali'den nakiller yaptık, kendiliğimizden
hiçbir şey söylemedik.
[Yazarın notu: İmam-ı Gazali selefin mezhebi derken siz, selefiye mezhebi
diyorsunuz, bu nasıl nakil? Bu nasıl tahrifat?]
Ehl-i sünnetin inancı şudur: İtikad konularında Ehl-i sünnet ve Ehl-i hak olmak
üzere üç mezhep vardır: a) Selefiye mezhebi, b) Eşariye mezhebi, c) Matüridiye
mezhebi.
[Yazarın notu: Ehl-i sünnet olan hiçbir kitapta böyle bir tarif yok. Eşari ve
Matüridi ehl-i sünnetin iki imamıdır. Fıkhi mezheplerde de böyle imamlar vardır.
Mesela imam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Muhammed gibi. İmam-ı Ebu Yusuf’un da, imam-ı
Muhammedin de farklı ictihadları vardır, ama bunlar yine Hanefi mezhebindendir.
İmam-ı Eşari ve imam-ı Matüridi’nin de farklı ictihadları varsa da ikisi de
Ehl-i sünnet vel cemaat itikadındandır, selefiye itikadından değildir.]
Bir kimse bunlardan hangi mezhebi benimserse benimsesin -ki bu konuda hür ve
muhtardır- hak yolda olur. Selefiye mezhebinde olmak en az Eşari mezhebinde
olmak kadar şerefli bir intisaptır. Selefiye mezhebine -ama hakiki manasıyla
mensup olmak saliklerine sadece şeref verir. Biz Gazali kadar ileri giderek “En
doğru yol selef yoludur” demiyoruz.
[Yazarın notu: İmam-ı Gazali hazretleri ileri mi gidiyor? Gerçeği söylüyor.
Bütün Ehl-i sünnet müslümanlarının, dört hak mezhebin itikadları selefin
itikadıdır, selefiye mezhebi denilen İbni Teymiye’nin yolu değil. Bunu
yutturmaya kalkmayın.]
Ama Selefiye mezhebi de Eşari mezhebi kadar doğrudur diyoruz, İşte bizim
inancımız budur. Var mıdır bunun gizli kapalı yanı?
[Yazarın notu: Selefiye mezhebini selefin mezhebi gibi gösteriyorsunuz.
Adamın oyununu işte böyle bozarlar.]
En az 5-6 asır evvel yazılmış olan Ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerine dayanarak
Selefiye mezhebinin sapık bir mezhep olduğunu bize ispat ederseniz, şimdiden
size minnettar kalırız. Son asırdaki çoğu derme çatma olan kitapları önümüze
delil diye çıkarmayın.
[Yazarın notu: Minnettar kalmanız yetmez, tevbe etmeniz, (ben yanlış yazdım,
selefiye mezhebini selefin mezhebi diye yutturmaya çalıştım) derseniz o zaman
bir kıymeti olur. Minnettar kalsanız kalmasanız ne değişir. Aşağıda vesikalarla
ispat edilecektir.]
Vehhabiler, Kütüb-i sittede rivayet edilen hadislere dayanarak türbeleri
yıkmışlardır, dedik. Bununla Vehhabilerin davranışlarının zahiren doğru gibi
göründüğünü fakat aslında hatalı ve isabetsiz olduğunu anlatmaya çalıştık. Şimdi
yine soruyorum. Kütüb-i sittede bu manayı ifade eden hadisler var mıdır, yok
mudur? Bütün muteber Hanefi fıkıh kitaplarının Kitabü'l Kerahiyye bölümünde
kabir üzerine yüksek binalar yapmak mekruh sayılmıyor mu?
[Yazarın notu: Aşağıda cevap verilecektir.]
Kabir üzerine onbinlerce ve yüzbinlerce lira harcanarak bina yapılmasını İslam’a
uygun bulmuyorum. Ama ecdadımızdan bize yadigâr olarak kalan, sanat, tarih ve
medeniyet bakımından değeri olan türbelerin yıkılmasını ve yok edilmesini
sakıncalı ve zararlı buluyorum.
[Yazarın notu: Türbelere İslam âlimleri izin veriyor, sen vermiyorsun. Senin
sözün dinde senet midir?]
Vehhabilerin türbeleri yıkmalarını, Rum suresinin 42. âyetine de aykırı
buluyorum. Bu âyette müslümanların akıbetinden bahsedilmektedir.
[Yazarın notu: Rum suresi 42. âyet-i kerimesi, Müslümanların akıbetinden
değil, kâfirlerin akıbetinden ibret almayı emretmektedir. (İmam-ı Kurtubi el
Cami'li ahkami'l- Kur'an XIV/41)]
Yunan gavuru da işgal ettiği yerlerdeki cami ve İslam mabetlerini yıkmış ve
yakmıştı. Camilere dokunmayıp sadece mezar üzerindeki binaları yıkan Vehhabiler
onlarla bir tutulur mu? Elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin: Bugün gerek
Arabistan'da gerekse başka yerlerde inşa edilen camilere Yunan kâfiri bir tek
kuruş vermezken, bu iş için milyonlar harcayan Vehhabiler ve Suudiler onlarla
nasıl bir tutulur? Ankara'daki Kocatepe camiine Suudilerin milyonlar
verdiklerini siz unutsanız bile kamuoyu hatırlayacaktır. Demek istiyoruz ki
Vehhabiler türbeleri yıkmada ve diğer bazı konularda her ne kadar hatalı ve
zararlı bir yol tutmuşlarsa da, bunları İslam mabetlerini yıkan ve yok eden
Yunan gavuru gibi görmemek gerekir. Zira Vehhabiler Müslümandırlar, çünkü Ehl-i
kıbledir.
[Yazarın notu: Vehhabilerin mülhid olduğu aşağıda bildirilecektir.]
Şevkani serbest fikirli bir âlimdir, dedik. Bununla şunu anlattık. Serbest
fikirli olduğu için eski mezhebi olan Zeydiyeyi bırakarak selef yolunu tuttu.
Bir kimseyi bid’at mezhebinden uzaklaştırarak selef yoluna sevk eden bir düşünce
tarzı iyi midir, kötü müdür? Hükmü siz verin.
[Yazarın notu: Şevkani’nin vehhabi olduğunu kendisi söylüyor, bir de bu iyi
mi kötü mü diye bize soruyor. Serbest fikirli olmak çok kötü. Niye Ehl-i sünnet
olmuyor ki?]
Sırası gelmişken söyleyeyim: A. Davudoğlu Hocamızın Sübülü's-selam isimli
eserini “Selamet yolları” adıyla Türkçeye tercüme ettiği Emir San'aninin durumu
da aynen Şevkani gibidir. Bu eserin Arapça önsözünde müellifin taklide karşı,
ictihad ve teceddüt taraftarı bir Selefi olduğu en açık şekilde yazılmıştır.
Ayrıca hiçbir mezhebe de bağlı olmadığı belirtilmektedir.
[Yazarın notu: Şevkani gibi Sanani’nin de mezhepsiz olduğunu Uludağ itiraf
ediyor.]
Birçok âlimleri ve mütercimleri, mezhepsiz diye teşhir ederken bu konu üzerinde
durmamanızın sebebini anlamak oldukça zor geliyor bize.
[Yazarın notu: Davudoğlu ile görüştük. Bir hata ettim, o da mezhepsiz imiş,
bazı yerleri düzelttim diyerek, günahına kefaret olmak üzere, İbni Abidini
tercüme etmeye karar verdi. Davudoğlu’nun bir mezhepsizin kitabını tercüme
etmesi, o mezhepsizin iyi olmasını gerektirmez. Davudoğlu yazdı diye mezhepsizi
mi öveceğiz? Davudoğlu hoca, başka mezhepsizleri de övdü, onu da tenkit ettik.
Zor gelen anlamak şimdi kolaylaştı mı?]
Delil diye, “Ehl-i bid’at, ehli küfürden daha tehlikelidir” şeklinde asli
kaynağını zikretmeden bir söz ileri sürüyorsunuz.
[Yazarın notu: Delili aşağıda bildirilecektir.]
Ehl-i bid’at iki nevidir: Şia, Mutezile ve Hariciler bid’at ehlidir. Ancak bu
mezheplerin bazı kolları, mümin, müslim ve muvahhid sayıldığı, bundan dolayı
ehl-i kıble deyiminin şümulüne girdiği halde, diğer bazı kollarının İslamiyet’le
alakaları yoktur. Ehl-i sünnetin bu konudaki inancı şudur: “Bid’at mezhebinden
bile olsa ehl-i kıbleden olan bir şahsa kâfir denemez.”
[Yazarın notu: Biz kime kâfir dedik ki? Kâfirden daha tehlikeli dedik, bunu
da biz değil imam-ı Rabbani hazretleri bildiriyor. Vesikası aşağıdadır.]
Buhari ve Müslim'in: Bir kimse diğer bir kimseye kâfir der de, o kimse hakikaten
kâfir olmaz ise, suçlamayı yapan şahıs kâfir olur” şeklinde Server-i Enbiya'dan
naklettikleri hadisi her Müslümanın kulağına küpe yapması gerekir. Tekfir,
icabında geri tepen ve sahibini mahveden tehlikeli bir silahtır. Hedefini
bulmadığı için sert bir cisme çarpan ve sonra sekerek sahibini öldüren kurşuna
benzer.
[Yazarın notu: Uludağ bu sözünde samimi mi? Vehhabiler Ehl-i sünnete kâfir
diyor. Vehhabiler kâfir olmuyor mu?]
S. Uludağ’a vesikalı cevaplar
Bu baskıda sualleri ve cevapları da kısalttık. Uludağ, sorduğumuz suallerin
çoğuna cevap vermemiş, tevil ettiğini sandığı hususlara dokunmuştur. Biz ise
bütün itham ve iftiralara vesikalı cevap veriyoruz. Cevaplar sıra ile şöyledir:
1- Selefiye, İbni Teymiye’nin yoludur.
2- İbni Teymiye mülhiddir.
3- Edille-i şeriyye dörttür.
4- Kıyas-ı fukahaya uymak şarttır.
5- Akıl hüccet değildir.
6- İctihadla ilgili vesikalar.
7- İtikadda hak olan Ehl-i sünnettir.
8- Dört mezhep haktır.
9- Bir mezhebe uymak şarttır.
10- Yetmişiki bid’at fırkası.
11- Felsefeciler kâfirdir.
12- İbni Rüşd felsefecidir.
13- Ehl-i kıble nedir?
14- Vehhabiler dalalettedir.
15- Türbe yapmak caizdir.
16- Vehhabiler Medine’yi bombaladılar.
17- Ehl-i bid’at, kâfirden daha zararlıdır.
18- Ehl-i sünneti yaymak gerekir.
1- Selefiye, İbni Teymiye’nin yoludur
Sahabe ve Tabiine Selef veya selef-i salihin denir. İmam-ı Eşari ve imam-ı
Matüridi hazretleri bir mezhep kurmamışlar, Selefin bildirdikleri iman ve itikad
bilgilerini şerh etmişler, kısımlara ayırmışlar, kısacası bu bilgileri
sistemleştirmişlerdir. İmam-ı Eşari, hocası imam-ı şafi hazretlerinin yolundan,
imam-ı Matüridi de imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerinin yolundan dışarı
çıkmamıştır, hocalarının koyduğu usulleri sistemleştirmişlerdir. Gerek imam-ı
Eşari, gerek imam-ı Matüridi, gerek dört hak mezhebin imamları ve gerekse bu
imamlara tâbi olan bütün müctehidler, selef itikadında idi. Yani, Ehl-i sünnet
vel-cemaat mezhebinde idi. Selefin mezhebi, mezhep-i selef veya selef mezhebi,
selefiye mezhebi değil, Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir. Selefin mezhebini
yani Ehl-i sünneti müdafaa için imam-ı a’zam hazretleri, Fıkh'ul ekberi, imam-ı
Gazali hazretleri İlcam-ül avamı yazmıştır. İlcam, mücessime, müşebbihe ve
onların yolunda olan bugünkü vehhabiler yani selefiyeciler için yazılmıştır.
İmam-ı Gazali hazretleri bu eseriyle kendisinden sonra gelen vehhabilerin
kamufle adı olan selefiyecilerin bid’at yolunu çürüterek tek hak ve doğru olan
Ehl-i sünnet vel-cemaatin prensiplerini anlatmaktadır.
Şimdi Uludağ'ın tenakuzuna gelelim. Uludağ, Kelam kitabında imam-ı Gazali
ve diğer âlimleri zikrederek bunların Selefiye mezhebinin yayılmasını önlediğini
bildiriyor. Cevabi yazısında ise onun Selefiye mezhebini müdafaa ettiğini
söylüyor. Eğer imam-ı Gazali hazretleri tek doğru ve tek hak mezhebin Selefiye
mezhebi olduğunu söyleseydi, elbette bu tek hak yolun müdafaasını yapardı.
Selefiye mezhebinin yayılmasını önlediğine göre, bu mezhebin hak ve doğru
olduğunu söylememiş, hak ve doğru olan mezhebin, selefin mezhebi olduğunu, yani
Tabiin ve Sahabe-i kiramın mezhebi olan Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebi olduğunu
söylemiş ve bunu müdafaa etmiştir.
Kelam kitabında İmam-ı Gazali'nin felsefi bahisleri red ve iptal gayesiyle
Kelama soktuğu, Razi ile Amidi'nin Kelam ile felsefeyi meczederek bir ilim
haline getirdiği ve Beydavi'nin ise Kelam ile felsefeyi birbirinden ayrılmaz
hale koyduğu iddia edilmektedir. Bu iddialar bu büyük âlimlere yapılan çok
çirkin bir iftiradır. İlmi Kelama felsefeyi karıştıranlar, bid’at fırkalarıdır.
Bu âlimler selefin mezhebi olan Ehl-i sünnet vel cemaatı müdafaa ederek
felsefecilerin ve bid’at fırkaların sapık fikirlerini çürüttüler. Bu cevaplar
ilmi kelama felsefeyi karıştırmak değil, aksine bid’at fırkaları tarafından
ilm-i kelama karıştırılan felsefi düşünceleri temizlemektir. Bu yüce âlimlere
felsefeci demek kadar çirkin bir iftira olur mu? Bu iftirayı ilk defa İbni
Teymiye Vasıta kitabında yapmıştır.
İmam-ı Gazali hazretleri, selefiyenin değil, selef mezhebinin yani Ehl-i sünnet
mezhebinin hak olduğunu bunun zıddının bid’at ve dalalet olduğunu bildirmiştir.
Elbette Selefin mezhebi olan Ehl-i sünnet mezhebi haktır, bunun gayrisi bid’at
ve dalalettir. İmam-ı Gazali hazretleri tek hak olan bu mezhebin yayılmasını
nasıl önler? Bu imam-ı Gazali hazretlerine yapılan çirkin bir iftira değil
midir? İmam-ı Gazali hazretleri, selefin mezhebini değil, Selefiye sapıklığını
çürütmüştür. Yine Uludağ çıkar da ibni Teymiye, imam-ı Gazali hazretlerinden
sonra dünyaya geldi derse şaşmayız. Mesele şahıslar değil fikirlerdir. Demek
ibni Teymiye’nin sapık fikirleri imam-ı Gazali hazretleri zamanında da varmış ki
reddiyeler yazılmıştır.
İmam-ı Gazali hazretlerinin asrında bugün olduğu gibi Ehl-i sünnet itikadını
bozmak için felsefeciler bir koldan, mücessime ve müşebbihe fırkaları başka bir
koldan hücum etmişler, bu bid’at fırkaları Cenab-ı Hakka birçok isnatlarda
bulunmuşlar. İbni Teymiye’nin müdafaa ettiği teşbih ve tecsim fikrini ileri
sürmüşlerdi. Hem de bu teşbih ve tecsim fikrini ibni Teymiye ve diğer
mezhepsizlerin yaptığı gibi selef-i salihine atfederek yaymaya başlamışlardı.
İşte Hüccet-ül İslam imam-ı Gazali bunlara reddiye olarak buyuruyor ki:
(Dalalet fırkaları mücerred zahir-i suret ve müteşabih haberleri alıp sarılmakla
Allahü teâlânın zatı ve sıfatı hakkında Cenab-ı Hakkın münezzeh olduğu suret, el
ve ayak ve nüzul ve intikal ve arş üzerine istiva ve istikrar ve bunların emsali
hallere itikad ediyorlar. Bununla beraber bu itikad ettikleri şeyleri selefi
izamın dahi itikad ettiği şeyler olduğunu zannediyorlar. Binaenaleyh o güruh-i
mekruh indinde, teşbihi yok etmek için delillerini kâfi derecede bildirerek
selefi kiramın da itikadını şerh ve beyan edeyim.) (İlcamül avam)
İmam-ı Eşari ile imam-ı Matüridi, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın yolu olan
Ehl-i sünnet yolundadır, bu iki fırka birbirini bid’at ve dalalet ile
suçlamamıştır. (Akaid şerhi Kesteli s.18)
İmam-ı a’zam hazretleri buyurdu ki:
Allahü teâlâ sizleri 12 esas üzere ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebinde devam
etmeye muvaffak kılsın. Bu esaslar üzerinde yürüyen bid’at ehli olmaz.
(Vasiyyeti Nukirru)
Kadı Kemaleddin bin Sinan buyuruyor ki:
İmam-ı a'zam, ilm-i kelamda parmakla gösterilirdi. Usul-i dini tedvin edip en
muhkem hale getiren itikad imamlarının ilkidir. (İşarat El meram an ibarat el
imam)
İmam-ı a'zam hazretlerinin selefiyeden olduğunu söylemek çirkin iftiradır.
Taftazani hazretlerinin Akaid şerhinde de Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinin
esasları anlatılmış, selefin yolunun bu olduğu doğru yolun da bu esaslar olduğu
bildirilmiş, Selefiye diye bir mezhepten bahsedilmemiştir. Selef yolunun salim
bir yol olduğunu söyleyerek bundan Selefiye mezhebinin salim yol olduğunu
çıkarmak akıl ve ilim dışı maksatlı bir benzetmedir. Elbette bütün Müslümanlar
selef yolundadır. Halef âlimleri de selef yolundadır. Eski âlimlerin selef
yolunda olduğunu sonra gelen âlimlerin bu yolu bırakıp Eşari ve Matüridi
mezheplerine geçtiğini söylemek iftiradır. İmam-ı a’zamın selef mezhebinde olup
da ona tâbi olan müctehidler ve âlimlerin hocalarının ve mezhep imamlarının
itikadını bırakmaları kadar akıl ve ilim dışı bir iftira olmaz. İmam-ı Matüridi
yeni bir mezhep kurmamış, imam-ı a’zamın bildirdiği esasları sistemleştirmiştir.
Hanefi mezhebindeki âlimlerin itikadlarının imam-ı a’zamın itikadından ayrı
olduğunu söylemek âlimlere yapılan büyük bir iftiradır.
Hanefi fıkıh ve kelam âlimi olan Abdülhakim Siyalkuti de, (Eşariler itikadda
Matüridi gibidir, çünkü birbirlerini suçlamazlar) buyuruyor. Ebil Münteha
hazretleri de buyuruyor ki: Kitap ve Sünnete yapışmak ancak Ehl-i sünnet vel
cemaat yoluna yapışmakla mümkün olur. Ehl-i sünnet vel cemaat, sahabe-i kiram ve
tabi'in yoludur. (Fıkh-ı ekber şerhi s.2)
Akaid-i Adudiye'ye Gelenbevi’nin yaptığı haşiyede, “Eşariyye mezhebi fırka-i
naciyyedir. Bunların itikadı, sahabe-i kiramın itikadıdır” denmektedir.
Müftiyüssekaleyn Ahmed ibni Kemal Paşa buyuruyor ki: Fahrü'l-İslam Ali Pezdevi,
Usul-i fıkh Kitabında buyurur ki, ilim iki kısımdır: a) Tevhid ve sıfat ilmi b)
Fıkıh ilmi. İkinci kısımda esas, Kitap ve Sünnete yapışıp, bid’atlerden
sakınarak Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinde bulunmaktır. Ehl-i sünnet vel
cemaat, Resulullahın, Eshabının, Tabiinin, yani selef-i salihinin yoludur.
İmam-ı a’zam ve diğerleri de bu yolda idiler. (Risale-i Münire)
M. Said Hadimi hazretleri buyurdu ki:
Ehl-i sünnet, imam-ı Matüridi ile imam-ı Eşari'nin yoludur. İhtilafları asılda
değildir. İmam-ı Matüridi Hanefi, imam-ı Eşari Şafiidir. (Vasiyyeti Nukirru
şerhi s.156)
Sofiyye-i aliyyenin büyüklerinden, zahiri ve batini ilimler hazinesi
Ubeydullah-i Ahrar hazretleri buyuruyor ki:
Bütün kerametleri bana verseler, fakat Ehl-i sünnet vel cemaat itikadını
vermeseler, kendimi harap bilirim. Eğer bütün haraplıkları, çirkinlikleri
(dertleri, sıkıntıları) verseler, Ehl-i sünnet vel cemaat itikadını ihsan
eyleseler hiç üzülmem. (Mektubat-ı Rabbani 1/193)
Ebul Kasım İshak bin Muhammed buyuruyor ki:
Ümmetin 73 fırkaya ayrılacağı hakkındaki hadis-i şerifin devamı olan “Sivad-ı
a'zama tâbi olunuz, ayrılan Cehennemdedir.” Sivad-ı a'zam Ehl-i sünnet vel
cemaattir. (Sivad-ı a'zam s.2)
(Ümmetin âlimleri dalalet üzerinde birleşmez) hadis-i şerifini imam-ı Ahmed
“Müsned”inde ve imam-ı Taberani “Mu'cem-i Kebir”inde bildiriyor. (Mevahib-i
Ledünniyye)
Bütün bu vesikalar, adı geçen iki akaid imamının müşterek mezhepleri olan “Ehl-i
sünnet vel cemaat”ın doğru olduğunu sivad-ı a'zamdan (cemaattan) ayrılan
Selefiyenin bid’at, dalalet ve bâtıl olduğunu göstermektedir. Uludağ diyor ki:
“Selefiye mezhebinin doğru olmasından, hak olan dört mezhebin yanlış veya bid’at
olması gerekmez. Zira biri itikadi, diğeri ameli bir mezheptir.”
Uludağ, itikadda mezhebi diğer selefiyeciler gibi üçe ayırmaktadır: Selefiye,
Matüridiyye ve Eşariyye diye. Bunlardan Selefiyenin en doğru, zıddının da bid’at
olduğu söylenince diğer iki mezhebin yanlış ve bid’at olduğu meydana çıkmaz mı?
Dört hak mezhebin bağlandığı bu iki mezhep bid’at olunca ameldeki dört hak
mezhep de tamamen bid’at olur. Sonra dört hak mezhebe tamamen ameli ve fıkhi
mezhep demek de doğru değildir. Yani bu dört hak mezhep hem amele ait bilgileri
ve hem de itikada ait bilgileri bir arada toplamışlardır.
Mutezileye göre doğru çoktur. Halbuki Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinde doğru
bir tanedir. Onun için Matüridiyye ve Eşariyye mezhepleri bir mezhep olarak
kabul edilmiş ve ikisine birden Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebi denmiştir.
Uludağ, “Biz Gazali kadar ileri giderek en doğru yol selef yoludur, demiyoruz”
diyor. Uludağ bu cümlesi ile, hâşâ imam-ı Gazali hazretlerinin haddi aştığını,
ileri gittiğini söylüyor. Her Sünni müslümanın imam-ı Gazali hazretlerinin sahip
olduğu itikada sahip olması lazımdır. Elbette en doğru yol, tek kurtuluş yolu
“selef yolu”dur. Selefin yoluna en doğru yol demeyen sapıktır. Uludağ, selef
yoluna en doğru yol demediğine göre sapıklığını itiraf etmiyor mu?
Vesikaları ile açıkladığımız gibi selef yolu, Ehl-i sünnet vel cemaat
mezhebidir. Ama Uludağ, kelime oyunu yaparak seleften selefiye'nin hak olduğu
gibi bir mana çıkarmaya çalışıyor.
Uludağ yazısında, “Ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerine dayanarak Selefiye
mezhebinin sapık bir mezhep olduğunu bize ispat ederseniz size minnettar
kalırız” diye bir taahhütte bulunuyor. Eğer sözünde samimi ise, biz, bize
minnettar kalmasını istemiyoruz, sadece tevbe edip sivad-ı a'zama (yani Ehl-i
sünnet vel cemaata) sarılmasını istiyoruz. Dinimiz, açık işlenen günahın
tevbesinin de açık olmasını emrettiği için, tevbe ettiğini bildirmesi ve herkese
duyurması lazımdır.
Hayali ismiyle meşhur Ahmed bin Musa hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i hak, Ehl-i sünnet vel cemaattır. (Şerh-i akaid haşiyesi s.10)
Uludağ, kendi aleyhine delil olan imam-ı Sübki'den de nakil yaparak mütekaddimin
ve müteahhirinden selef mezhebine gidenler olduğunu söylüyor. Elbette önceki ve
sonraki bütün âlimler selefin yolundadır. Selefin yolunda gitmeyenler sapık veya
kâfirdir. İmam-ı Sübki, selefiye demiyor selef diyor. Selef de halef de, selef
mezhebinde idi. (Tabakat-üş-Şafiiyye 1/ 66)
Yoksa bunlar selefiye mezhebinde idiler demiyor. Hâşâ İmam-ı Sübki, selefiye'yi
müdafaa etse, hiç bu sapık mezhebi ihyaya çalışan ibni Teymiye’ye reddiye yazar
mı? İmam-ı Sübki, Erreddü li-İbni Teymiye ve Şifa-üs-sikam fi ziyareti
Seyyid-il enam kitaplarında ibni Teymiye’nin sapıttığını kuvvetli delillerle
ispatlamıştır. Halef âlimleri selef âlimlerinin yolunu ihyaya çalışmıştır.
Uludağ'ın da itiraf ettiği gibi ibni Teymiye ve talebesi ibnül Kayyim de
Selefiye'yi ihyaya çalışmıştır. Bütün bu vesikalardan İbni Teymiye’nin ihyaya
çalıştığı selefiye, selefin yolu değildir. Çünkü öyle olsaydı, Uludağ'ın şahit
gösterdiği imam-ı Sübki gibi âlimler ibni Teymiye’ye reddiye yazmazlardı. İbni
Teymiye ve onun yolundan gidip kendilerine selefi denilen sapıklar sivad-ı
a'zamdan ayrılıp dalalete yuvarlanmışlardır. Bu sapıklar kendilerine selefi veya
selefiye demeyip de selef mezhebindeyiz deseler, hatta Ehl-i sünnet vel cemaat
mezhebindeyiz deseler ne çıkar. Çünkü her sapık, her bid’at fırkası kendi
fırkasının Ehl-i sünnet olduğunu, fırka-i naciyye olduğunu bildirmiştir. Hakkı
bâtıldan ayıran sivad-ı a'zamdır. Her devirde sivad-ı a'zamdan ayrılan türediler
zuhur etmiştir. Şimdi Uludağ ve diğer selefiler, selefiye kelimesini
yutturamadık, kitaptan bu kelimeyi çıkarıp biz de Ehl-i sünnet vel cemaattanız
deseler ve İbni Teymiye’nin savunduğu sapık yolu savunsalar ne çıkar? Bu
sapıklığa selefiye mezhebi değil selef mezhebi dense ne olacak? Mezhepsiz İbni
Teymiye, mezhepsizlik zehrini teneke kupa içinde değil de altın kupa içinde
sunmak istemiş, selef kelimesinden istifade ederek bu kelimeyi istismar ederek
kendi sapık yolunu hak yolmuş gibi göstermeye çalışmıştır.
Müteşabih âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin tevilinde takınılan tavrı ifade
için kullanılan “mezhebüs-selef” tabirini mezhepler tarihi ve kelam ilmi
açısından ıstilahi manadaki mezhep şümulü içine sokmak mümkün değildir. Selef-i
salihinin daha çok sükut ve tefviz mahiyetindeki bu tutumunu, Eşariyye ve
Matüridiyye'nin müşterek itikadi mezhebi Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebi gibi
mezhep olma bakımından aynı kategoride mütalaa etmeye imkan yoktur.
Sırf müteşabih âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin tefviz (ilmi ilahiye havale)
veya teviline münhasır kalan bir ictihad farkından başka aralarında herhangi bir
fark bulunmayan Ehl-i sünnetin, Selefi ile Halefinin birbirlerinden ayrı
mezhepler olarak göstermek çok yanlıştır.
Gerek Selefin ve gerekse Halefin müteşabih lafızlar karşısında tenzih-i Bâri
açısından takındıkları tavır, birbirinden farklı sayılmaz. Tenzih-i Bâri
noktasından, zahirine hamledilmesi mahzurlu olan bu kabil lafızların anlaşılması
hususunda selef, icmali, halef ise tafsili tevil yolunu tercih etmiştir. (El
Fetavel Hadisiyye)
İbni Teymiye, her ne kadar müteşabihatın tevilinden imtina konusunda kendisine
selefi ve bilhassa imam-ı Ahmed’i örnek aldığını iddia ediyorsa da tarihi
gerçekler bunun aksinedir. İbni Kudeme tevili kötülerken, imam-ı Ahmed’in,
kurbiyyet, maiyyet ve ihata ifade eden âyet-i kerimeleri ilim ile açıkladığını
bildirmektedir. (Zemm'ut-Tevil s. 41)
Bazı mezhepsizler, imam-ı Ahmed’in de selefiyeden olduğunu iddiaya
kalkışmışlarsa da, birçok eserlerle bunun aksi ispat edilmiştir. Bu mevzuda ibni
Cevzi, imam-ı Ahmed’in mücessime ve müşebbiheye mütemayil olmadığını
bildirmektedir. (Def u-Şübhet'it Teşbih s. 6)
Selefiye sapıklığı için imam-ı Gazali hazretlerinin İlcam-ül Avam isimli
eserini şahit göstermek çok gülünçtür. Büyük İmam, İlcamı sırf selefilik
iddia eden mücessime ve müşebbihe fırkaları için yazmıştır. Bu eserinde tevilin
caiz ve gerekli olduğunu bildirerek buyurur ki: Filan belde filan valinin
elindedir denilir. Bu cümleden hiç kimse birinci manayı anlamaz. Çünkü bir
belde, elin içine alınmaz. O halde burada, isti'are vardır. Valinin eli kesik
bile olsa, yine aynı ifade kullanılır. (İlcam-ül Avam an ilm'il kelam s. 4)
Uludağ, selefiye sapıklığı için, Allame Sadüddin-i Taftazani’yi bile şahit
göstermeye cüret etmiş. Halbuki o allame diyor ki: Selef yolu en salim olanı,
Halef yolu da en faydalı olanıdır. (Şerh-ü Akaid)
Selef-i salihin zamanında sapık fırkalar olmadığı için müteşabih nasslar tevil
edilmemiştir. Fakat zamanla selefilik iddia eden mücessime ve müşebbihe gibi
bid’at ve dalalet fırkalarının yayılma istidadı belirince, Halef denilen Ehl-i
sünnet âlimleri bunların karşısında kayıtsız kalmamıştır. Sıfatı ilahiyye
teallük eden müteşabih nassları tevilde aşırı giderek rasyonalist (akılcı) bir
tutumla sıfatları inkâra yönelen Mutezile ile müteşabih haberleri olduğu gibi
zahirine hamlederek Tenzihi Bari ile telifi mümkün olmayan teşbih yoluna
kayanlar arasında orta bir yol takip ederek İslamiyet’in ruhuna tam manasıyla
uygun olan Ehl-i sünnet itikadını müdafaa etmeyi zaruri görmüşlerdir.
İmam-ı eşari, önceleri tevile lüzum görmemişse de, sonra Halefin tevile
mütemayil tavrını bariz olarak ortaya koymuş, tecsim ve teşbihe kaçan izahları
reddetmiştir. (İstihsanu'l Havz fi İlmil kelam)
İmam-ı Eşari’den sonra Bakıllani, imam'ül Haremeyn el-Cüveyni, imam-ı Gazali ve
Abdulkerim eş-Şihristani de aynı yolu takip etmiştir. İmam-ı Fahreddin el-Razi
de aynı yolu müdafaa edenlerdendir.
İbni Sübki'nin babası Subki-Kebir, Takiyuddin Ali bin Abdülkafi de, İbni
Kayyım'ın Nuniyye'sine bir reddiye yazarak seleficilik iddiasındaki Haşeviyyenin
(mücessimenin) belini kırmıştır.
2- İbni Teymiye mülhiddir
Selefiye'yi ihyaya çalıştığı Uludağ tarafından bildirildiği için ibni
Teymiye’nin sapıklığını ispat etmek vacip oldu. Kitabımızın başında [Mezhep
ve Mezhepsizlik maddesinde, Bazı şahıslar hakkında özet bilgi
kısmında] ibni Teymiye hakkında âlimlerin söyledikleri, onu tekfir ettikleri
bildirilmişti. Daha fazla vesika gereksizdir.
3- Edille-i şeriyye dörttür
Edille-i şeriyye, Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı fukaha olmak üzere dörttür.
(Mecmua-i Zühdiyye, Seyf-ül Ebrar el-meslûl alel füccar)
Fakat Uludağ, Şia’ya göre şer'i delilleri şöyle sıralıyor:
(Kur'an, hadis, icma, akıl. Kıyas delil değil, imamların rivayet ettikleri
hadisler esastır. İctihad kapısı açıktır.) (Kelam kitabı, s. 80) Bahsin sonunda
diyor ki: Caferiler sünni talakı kabul, bid'i talakı reddederler. Ehl-i kitap
kadınları ile evlenmeyi caiz görmezler. Bunun dışında fıkhi konularda sünnilere
benzerler.” (s. 81)
Kıyası kabul etmiyor, aklı delil sayıyor, bir de sünnilerle aynı diyor. Kime
yutturuyor ki?
Uludağ diyor ki: Zeydiler ictihad kapısının açık olduğuna inandıklarından
aralarında müctehidler yetişmiştir. (Kelam Kitabı, s. 76)
Uludağ bunları söylemekle ictihad kapısının açık olduğu ve şer'i delilin de
Şiiler gibi olması gerektiğini bildirmek istiyor. Zeydiler ictihad kapısının
açık olduğuna inandıkları için müctehidler yetişmiş, ne demek bu? Biz de
zeydiler gibi inanırsak müctehid yetiştiririz demek değil mi?
Bir insan imanın altı şartından beşine inansa, birine inanmasa diğer beşine de
inanmamış sayılır. Bir kimse yüz tane Ehl-i sünnet kitabı tavsiye etse, bir tane
de Abduh gibi mezhepsiz bir masonu tavsiye etse, bir damla idrarın bir bardak
suyu kirlettiği gibi, tavsiye işi zararlı olur. Bir bardak bal şerbetini bir
damla zehir, içilmez hale getirir.
4- Kıyas-ı fukaha’ya uymak şarttır
Kıyas hüccettir. (Seyf-ül Ebrar, Mektubat-ı Rabbani)
Herkesin bir müctehidi taklit etmesi lazımdır. (Dürer ve Gurer)
Kıyas ve ictihad dinin dört temelinden birisidir. (Mektubat-ı Rabbani)
5- Akıl hüccet değildir
Akıl, peygamberlik makamındaki bilgileri anlamaktan acizdir, inanmaktan başka
çare yoktur. (İmam-ı Gazali, El Munkızü mined-dalal)
Her şey akıl ile anlaşılabilseydi peygamberler gönderilmezdi. (Mektubat-ı
Rabbani 3/ 36)
Akıl göz gibi, din de ışık gibidir. Işıksız cisimler görülmez. Din ışığı olmadan
da akıl, hakikati göremez. (Seyyid Abdülhakim Arvasi, S.Ebediyye)
6- İctihadla ilgili vesikalar
Uludağ, mezhebe ve kıyas-ı fukaha’ya uymanın öneminden hiç bahsetmiyor.
Kur’an-ı kerimde her şey açık olsaydı, hadis-i şeriflere ve ictihada (kıyas-ı
fukaha’ya) lüzum kalmazdı. Berika kitabında buyuruluyor ki: Bizler
müctehid değiliz, bize “mukallid” denir. Bizim gibi mukallidler için delil,
fıkıh âlimlerinin ictihadlarıdır. Bir âyet-i kerime ve hadis-i şerif, bunların
sözlerine uymaz görünürse, kendi anladıklarımıza değil, âlimlerin anladıklarına
uymamız lazımdır. Bunlar, onları görmemiş veya görmüşler de anlayamamışlar demek
caiz değildir. (s. 376)
7- İtikadda hak olan Ehl-i sünnettir
Yukarıda imam-ı Matüridi ile imam-ı Eşari hazretlerinin müşterek
mezheplerinin Ehl-i sünnet vel cemaat olduğu bildirilmişti. Fetavel haremeyn
bi recfi nüdvetil meyn isimli eserde de, Ehl-i sünnet vel cemaatın dışında
kalan her fırkanın ehl-i bid’at olduğuna inanmak icmai bir farzdır deniyor.
8- Dört mezhep haktır
Tahtavi ismiyle meşhur, Hanefi âlimlerinden Ahmed bin Muhammed bin İsmail,
Dürr-ül-muhtar haşiyesinde (zebayıh) kısmında “Dinde fırkalara
ayrıldılar” âyet-i kerimesini ve ümmetin 73 fırkaya ayrılacağını bildiren
hadis-i şerifi zikretmekte, Kur’an-ı kerimdeki Allah’ın ipinden maksat
cemaat, cemaatın da fıkıh ve ilim sahipleri olduğu, fıkıh âlimlerinden bir karış
ayrılanın dalalete düşeceği, Cehenneme gideceği, sivad-ı a'zamın fıkıh
âlimlerinin yolu olduğu, Peygamber aleyhisselam ve hülefa-i raşidinin yolunun
fıkıh âlimlerinin yolu olduğu, bu yoldan ayrılanların Cehenneme gideceği
bildirilmektedir. Fırka-i naciyyenin, Ehl-i sünnet vel cemaat denilen fırka
olduğu, Allahü teâlânın tevfîkınin bu fırkada bulunanlara, gazabının ise bu
fırkadan ayrılanlara olduğu, bu fırkanın bugün dört mezhepte toplandığını, bu
dört hak mezhebin ise Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezhepleri olduğu, bu
zamanda bu dört hak mezhepten birine tâbi olmayan kimsenin bid’at sahibi olup
Cehenneme gideceği bildirilmektedir.
Bu vesikadan da anlaşılacağı üzere itikad mezhebi üç değil tektir, dört hak
mezhepten ayrılan mezhepsizler bid’at ve dalalet ehli olup Cehennemliktir.
Yukarıdaki hususlar, imam-ı Münavi, Şah Veliyullah Dehlevi gibi âlimlerce de
teyid edilmektedir. (Seyf-ül Ebrar)
El-Mesailül-müntehabatü fir-risaleti vel vesileti isimli eserde dört
mezhepten başkasıyla amel etmek caiz değil, bunda icma hasıl olmuştur
denmektedir.
El-Besair li-münkir-it-tevessüli bi-ehlil-mekabir kitabında diyor ki:
Bugün her Müslümanın dört mezhepten birisinde bulunması vaciptir, dört mezhepten
birinde bulunmayan, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur, Ehl-i sünnetten ayrılan da
sapık veya kâfir olur.
Sebilün-Necat an bid’ati Ehli zigı ved-dalale isimli eserde şöyle
denmektedir:
Vehhabiler, reisleri olan ibni Teymiye’nin talebesi ibn-ül Kayyim'in (i'lamil
Muvakkiin) kitabında (kendisinde ictihad şartı bulunmayan kimsenin Kur'andan ve
hadisten ahkam çıkarması caiz değildir. İctihad şartı bulunmayan kimsenin,
mezheplerden birisine uyması vaciptir ve dört mezhepten başkasına uymak caiz
değildir. Çünkü diğerleri müdevven değildir) diyor.
Yusuf-i Nebhani hazretleri, “Herbiri hidayet yıldızı olan Eshab-ı kiramı bile
müctehid olmayanın taklit etmesi caiz değildir” buyuruyor. (Huccetullahi alel
âlemin)
9- Bir mezhebe uymak şarttır
Bu konuda yeterli vesika verdik. Bir de Uludağ'ın büyük âlim, büyük
mutasavvuf, müceddid-i elfi sani diye övdüğü imam-ı Rabbani hazretlerinden bir
vesika verelim. İmam-ı Rabbani hazretleri Mebde ve mead risalesinin 28.
fıkrasında diyor ki: (Mezhepten çıkmak ilhaddır.)
10- Yetmişiki bid’at fırkası
Bu konuda da yeterli vesika verdik. Sadece bu konudaki hadis-i şerifi
bildirelim: İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Tirmizi’nin bildirdiği
hadis-i şerifte, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72 si Cehenneme gider, yalnız
bir fırkası kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir)
buyuruldu. Bu fırkaya Ehl-i sünnet vel-cemaat denir. (c.2, m.67)
11- Felsefeciler kâfirdir
İmam-ı Gazali hazretleri, El-Münkızu min-ed dalal isimli eserinde
felsefecilerin kâfir olduğunu ispat etmiş, bilhassa bunların inanıp savundukları
şu üç konuda küfre düştüklerini göstermiştir:
1-Âlem, Allah gibi ezeli ve ebedidir.
2-Allah cüz'i olan şeyleri bilmez.
3-Bedeni bir haşr yoktur.
İmam-ı Gazali hazretleri, mezkur eserinde Kelam ilminin gayesi, Ehl-i
sünnet itikadını bid’at ehlinin teşvişinden korumak olduğunu bildirmiştir.
Hakikat bu iken, Uludağ çıkıyor, İslam âlimlerini felsefeci olarak suçluyor.
Mesela Kelam kitabında imam-ı Razi için ”Razi, kelamcı ve filozoftu”
diyor. Aynı sayfada hemen iftirasını yapıştırıyor: “Kelamla felsefeyi birbirine
kaynaştırmıştı” diyor. Aynı iftira, imam-ı Beydavi için de yapılıyor. “Beydavi
kelamla felsefeyi ayrılması güç bir şekilde meczetmiştir” diyor.
12- İbni Rüşd felsefecidir
Kelam Kitabının 36. sayfasında ibni Rüşd'ün felsefeci olduğu ve İbni
Rüşd'den sonra felsefenin kelamcıların eline geçtiği bildirilmektedir.
İmam-ı Gazali hazretleri El-münkızü min-ed dalal isimli eserinde ibni
Sina, Farabi ve onlara uyanları tekfir etmektedir.
İbni Rüşd, ibni Sina ve Farabi’ye uymuş mu, uymamış mı? Uyduğu, imam-ı Gazali’yi
tenkit bile ettiği sabit değil mi? İmam-ı Gazali ise bunlara ve bunlara uyan
herkesi tekfir ettiği bilindiğine göre artık “imam-ı Gazali ibni Rüşd'ü nasıl
tekfir edebilir ki” demek demagojiden başka bir şey değildir.
İbni Rüşd'ün küfrü bilinirken ve hatta, İslam’da mürşid ve irşad faaliyeti
isimli kitabında ibni Rüşd'ü İslam’ın ilahiyatına inanmayan bir kimse olarak
bildiren Uludağ, neden ibni Rüşd'ü imam-ı Gazali’ye ve bize karşı müdafaa etmeye
kalkmıştır? (Kelam, s.45)
13- Ehl-i kıble nedir
Uludağ, vehhabilerin ehl-i kıble olduğunu ve ehl-i kıbleyi de çok sevdiğini
söylüyor. Vehhabilerin dalaletlerini ispat etmeden önce ehl-i kıblenin ne
olduğunu ve vehhabileri sevmenin küfrü gerektirdiğini vesikalarla bildirelim.
Bir fıkıh ve kelam âlimi olan Şihristani (Ebul Feth Muhammed bin Abdülkerim)
buyuruyor ki:
Birinci vesika: “İmam-ı a’zam ve imam-ı Şafii ehl-i kıble olana kâfir denmez
buyurdular. Bu sözün manası, Ehl-i kıble olan, günah işlemekle kâfir olmaz
demektir. 72 fırka âlimleri ve bunlara uyanlar Ehl-i kıbledir. Fakat zaruri olan
ve icma ile bildirilmiş olan din bilgilerinde ictihad caiz olmadığı için, böyle
bilgilere inanmayan, sözbirliği ile kâfir olur. (Milel-nihal tercümesi s.
69)
İkinci vesika: Fıkıh, tefsir, hadis ve tasavvufta derin bir âlim olan
Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: Bid’at sahibi olanların, yani Ehl-i
sünnetten ayrılmış olan yetmişiki fırkanın hepsi Ehl-i kıble oldukları, her
ibadeti yaptıkları halde adil değildirler. Çünkü ya mülhid olarak imanları
gitmiştir veya bid’at sahibidirler ki bu da en büyük günahtır. (Hadika s.
139)
Üçüncü vesika: İbni Abidin (Seyyid Muhammed Emin bin Ömer bin Abdülaziz)
buyuruyor ki: Hadis-i şerifte (La ilahe illallah ehline kâfir demeyiniz.
Bunlara kâfir diyenin kendisi kâfir olur) buyuruldu. Bu hadis-i şerifteki
“La ilahe illallah” ehlinden maksat, Ehl-i kıble olan kimsedir. Böyle kimse icma
ile ve zaruri olarak bildirilmemiş inanılacak şeylerde Ehl-i sünnetin doğru
yolundan ayrılınca veya başka bir büyük günah işleyince kâfir olmaz demektir.
Fakat Ehl-i sünnetten ayrılan kimse icma ile zaruri olarak öğrenilen din
bilgilerinden birine inanmazsa buna Ehl-i kıble denmez, o kâfirdir. (s. 377)
Dördüncü vesika: Uludağ ve diğer selefilerce de büyük bir âlim olarak
bilinen imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Cehenneme girecekleri
bildirilmiş olan 72 Bid’at Fırkası, Ehl-i kıble oldukları için tekfir edilmez.
Fakat bunların dinde inanması zaruri olan hususlara inanmayanları ve Ahkam-ı
şeriyyeden her Müslümanın işittiği bildiği şeyleri reddedenleri kâfir olur.
(Mekt. 3/ 38)
Beşinci vesika: İmam-ı Sübki, imam-ı Tahavi’nin el Adide isimli eserinde
“Ehl-i kıble tekfir edilmez” sözü için diyor ki: “Bizim kıblemize dönerek namaz
kılan herkes ehl-i kıble sayılmaz. Baksana kâfir oldukları icma ile sabit olan
münafıklar da kıblemize dönüp namaz kılmaktadır. (Tabakatü'ş-Şafii)
Bu vesikalardan anlaşıldığına göre Ehl-i kıble demek, icma ile ve zaruri olarak
bilinen din bilgilerinin hepsine inanan Müslüman kimse demektir. Böyle kimse
sapık inanışı ile kâfir olmaz. Değil Ehl-i sünnet itikadındaki Müslümana, böyle
sapık bir Müslümana dahi kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Zaten Uludağ da,
Karaman gibi, tekfiri geri tepmeli topa benzetmiştir. Sapık bir Müslümanı tekfir
eden kâfir olduğuna göre, acaba mezhepsiz ibni Teymiye, Şeyh-i Ekber Arabi
hazretleri gibi evliyaya kâfir demekle kendisi kâfir olmamış mıdır? Uludağ'ın
kendisi de itiraf ettiği gibi vehhabiler, Ehl-i sünnet Müslümanlarına müşrik,
kâfir demektedirler, acaba kendileri kâfir olmuyor mu? Bu tekfir topunun, İbni
Teymiye mezhepsizine, vehhabilere ve kendilerine selefi denilen sapıklara bir
zararı dokunmuyor mu? Küfre rıza küfürdür. Müslümanlara müşrik diyen
vehhabileri, Ehl-i kıble diyerek sevmek imandan mı, yoksa dalaletten mi ileri
gelmektedir?
Vehhabileri, Ehl-i kıble olarak yani bid’at fırkalarından birisi olarak kabul
edelim. Bu takdirde Uludağ'ın Ehl-i kıbleyi (Bid’at ehlini) sevmesinin
felaketini vesikalandıralım.
Birinci vesika:
Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri, Gunye’de şu hadis-i şerifi
nakletmektedir:
(Bid’at ehli ile güler yüzle veya onu sevindirecek bir hâl ile görüşen kimse,
Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselama indirdiğini [Kur’an-ı kerimi]
istihfaf etmiş olur.) [Hatib]
Bilindiği gibi Kur’an-ı kerimi istihfaf etmek, hafife almak küfürdür.
İkinci vesika:
Gunye’de deniyor ki:
“Tasavvuf büyüklerinden Fudayl bin lyad buyuruyor ki, “Bid’at ehlini
sevenlerin ibadetlerini, Allahü teâlâ kabul etmez, kalblerinden imanlarını
çıkarır. Allahü teâlâ bid’at sahibine kızanın bütün günahlarını mağfiret eder
ümidindeyim.”
Üçüncü vesika:
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bid’at sahibine kıymet veren İslamiyet’i yıkmaya yardım etmiş olur. (Mekt. 1/
165)
Dördüncü vesika:
Müftiyüs-Sekaleyn Ahmed İbni Kemal Paşa şu hadis-i şerifi nakletmektedir:
(Bid’at ehline ihanet eden, en büyük korku günü emniyette bulunur.)
[Risale-i Münire]
Beşinci vesika:
Bu vesikadaki hadis-i şeriflerden ikisi, bid’at ehlini sevenlerin hâlini ve
bid’at ehline buğzedenlere verilecek mükafatları bildirmektedir. Ayrıca bid’at
ehline sevgi besleyenin kalbinden iman nurunun çıkacağı da bildirilmiştir.
(Seyf-ül Ebrar, s. 24-25)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bid'at sahibine hürmet eden, İslamiyet’i yıkmaya yardım etmiş olur.)
[Taberani]
(Kim bid'at ehlinden buğz ederek yüz çevirirse, Allahü teâlâ onun kalbini
korkulardan emin kılar ve imanla doldurur. Bid'at ehline sert muamele edeni de,
en büyük korku gününde emin kılar. Bid'at ehlini hakir ve zelil göreni de,
Cennette yüz derece yükseltir. Bid'at ehline selam veren veya onu sevindirici
şeyle karşılayan, Kur’an-ı kerimi küçümsemiş olur.) [Hatib]
Bu vesikalardan anlaşıldığına göre, vehhabiler, ehl-i kıbleye dahil bir bid’at
fırkası kabul edilse bile hadis-i şeriflere inanan kimsenin derhal tevbe etmesi
lazımdır.
14- Vehhabiler dalalettedir
Selefiler, Vehhabiliğe sünni mezhep diyorlar. Uludağ ise bir dergide
vehhabileri şöyle tenkit ediyor: Kâfir veya sapık demeyi aklımızdan
geçirmediğimiz vehhabiler, İslam’ın teceddüd, tekamül ve inkişaf seyrini
anlayamadıkları için yanlış bir yol tutmuşlardır. (Nesil Dergisi c.1, s.11)
Uludağ, bu ifadesiyle vehhabilerin sapık bile olmadıklarını yani bid’at
fırkaları içine bile girmediklerini söylüyor. Nesil'in 2. cilt ve 2 sayılı
dergisinde ise, ibni Teymiye’nin görüşlerinin cebren tatbikat sahasına
konulmasından Vehhabiliğin doğduğunu, Vehhabilerin, Şu elimdeki değneğin
faydası var, fakat Resulullahın faydası yok diyerek kabri şeriflerini
ziyaret eden Sünni Müslümanlara zulüm ve işkence ettiklerini, ölülerin ruhundan
yardım ve şefaat isteyen kimselerin öldürülmesi gerektiğini, zira müşrik
olduklarını belirterek bu öldürme işini kısmen gerçekleştirdiklerini, Abduh ve
Abduhcu cereyanın geniş ölçüde ibni Teymiye ve vehhabileri takip ettiğini
yazmaktadır.
Müslümanları tekfir edenin kendisinin kâfir olacağını bizzat Uludağ nakletmişti.
Acaba bu tekfir topu, ibni Teymiye’ye, Vehhabilere ve mezhepsizlere tesir
etmiyor mu?
Suudi Arabistan'ın Vehhabi Kralı tarafından 1349 (m.1930) tarihinde Vehhabi
âlimlerince kurulan bir komisyon nezaretinde basılan Kitabü's-Sünne
isimli hezeyanname küfürle doludur. Vehhabi âlimleri (!) bu kitapta güya tevhid
inancını savunarak Allahü teâlânın Tevrat’ı yazarken sırtını bir kayaya
dayadığını, Kürsi üzerinde oturup dört parmak kadar boşluk kaldığını ve daha
buna benzer birçok teşbih ve tecsim fikrini bizzat kendi adamları
bildirmektedir. Bu Kitaba cevap olmak üzere Ebu Hamid b. Merzuk, Beraetül
Eşariyyin isimli eserini kaleme almış, vehhabilerin küfürlerini ispat
etmiştir.
Seyf-ül Ebrarda vehhabiler hakkında geniş malumat verilmekte, ibni
Teymiye’nin vehhabilerin önderi olduğu, Onun şeyh-ül-İslam değil, dalalet ve
günah şeyhi (önderi) olduğu, vehhabiliği aslında bunun çıkardığı, nihayet M. bin
Abdulvehhabın bu sapık yolu daha fazla canlandırdığı, Vehhabilerin lideri ibni
Suud’un da mülhid olduğu bildirilmektedir.
Vehhabilerin mülhid olduğunu bildiren vesikalardan bazıları da şunlardır:
(Minhatül-Vehbiyye-fireddi-alel vehhabiyye), (Tarihi vehhabiyan), (Ahmed Cevdet
Paşa'nın tarihi 7. cildinde)
Vehhabiler, Ehl-i sünnete müşrik dedikleri için mülhid oluyorlar.
Teşbih ve tecsim inançları yüzünden mülhid oluyorlar.
Ehl-i sünnetin yayılmasına mani oldukları için mülhid oluyorlar, kısacası çok
katmerli mülhid oluyorlar. İşte bu sebeplerden dolayı İbni Abidin, 3.
cildinde bagileri anlatırken Vehhabilerin mülhid olduğunu bildirmiştir. Aynı
sebepler yüzünden Muhammed Zihni Efendi, Nimet-i islam kitabında nikah
bahsinde, evlenilmesi haram olan kadınları sayarken Hıristiyan ve Yahudi kitaplı
kâfirleriyle evlenilebileceğini; fakat Batıniyye, İbahiyye ve Vehhabiyye gibi
zındıklarla evlenilemeyeceğini, bildirmektedir. Nimet-i İslam kitabı Ehl-i
sünnet Müslümanlarınca muteber bir kitap olduğu gibi, mezhepsizlerin
avukatlığını yapmış olan yaygaracı Ahmet Gürtaş bile bu kitabın çok kıymetli,
hatta “Şaheser” olduğunu Mezhepsizlik Yaygarasında bildirmişti.
Acaba bu vesikalar karşısında S. Uludağ, hâlâ vehhabileri Ehl-i kıble oldukları
için sevdiğini söyleyebilecek mi? “Sapık olduklarını dahi aklımdan geçirmem”
diyebilecek mi?
Medine’yi bombaladılar: Vehhabiler, Ehl-i sünnet Müslümanları “müşrik” [yani
kâfir] bildikleri için yapmadıkları zulüm ve işkence kalmamıştır. Taif'deki
Müslümanlara çok işkence yapmışlar, kadınları ve çocukları barbarca öldürdükleri
Ahmet bin Zeyni Dahlan'ın Hulasat-ül kelam Kitabında ve Eyyüp Sabri
Paşa'nın Tarih-i vehhabiyyan kitabında uzun yazılmıştır. Yine Seyyid
Zeyni Dahlan'ın El-fütuhat-ül İslamiyye isimli eserinin “Fitnet-ül
vehhabiyye” başlığı altında vehhabilerin bozuk itikadlarını ve Müslümanlara
yaptıkları zulüm ve işkenceler anlatılmaktadır. Bu kitaplarda özetle deniyor ki:
“Vehhabiler Taif kalesine saldırıp, kadın-erkek, çoluk-çocuk demeyip öldürdüler.
Beşiktekileri bile parçaladılar. Dere gibi sokaklardan kanlar aktı. Evleri basıp
her şeyi yağma ettiler. Şehitleri günlerce (16 gün) hayvanların ve kuşların
yemesi için bir tepeye bıraktılar. Vehhabiler, kütüphane, tekke ve evlerden ne
kadar, Kur’an-ı kerim, tefsir, hadis ve din kitabı varsa hepsini parçalayıp
yerlere attılar. Kur’an-ı kerim ve din kitaplarının altın işlemeli meşin
ciltlerinden çarıklar yapıp kirli ayaklarına giydiler. Meşin ciltler üzerinde
âyet-i kerimeler bulunmaktaydı. Yerler hep bu mübarek kitapların yaprakları ile
doluydu. Sabah uyandıkları vakit bu yaprakların yok olduğunu gördüler. Bu
zulümlerden sonra Eshab-ı kiramın, evliyanın ve âlimlerin kabirlerini,
türbelerini yıktılar. Abdülaziz bin Suud 1926’da Peygamber aleyhisselamın
mübarek türbesini de bombaladı.”
Feth-ül Mecid ve Keşf'üş şübühat isimli vehhabi kitaplarında, vehhabi
olmayanların kanları ve malları helal diye yazdığı için, inançlarının gereği
yukarıdaki zulümleri yaptılar.
15- Türbe yapmak caizdir
Ehl-i sünnete göre kabir üzerine süs için, öğünmek için türbe yapmak
haramdır. Unutulmamak için olursa mekruhtur. Meyyiti hırsızdan, hayvandan
korumak için yapılırsa caizdir. İşte vesikaları:
Birinci vesika:
Abdülgani Nablüsi hazretleri, Keşfün-nur an eshab-il kubur isimli
eserinde diyor ki:
“Âlimlerin, velilerin kabirleri üzerine türbe yapmak cahillerin hakaretlerinden
korumak içindir.”
İkinci ve üçüncü vesika:
Hanefi Fıkıh âlimi Ebul Kasım-ı Semerkandi Cami-ul Fetava isimli
eserinde, imam-ı Süyuti, Tenvirde, “Kabir üzerine kubbe yapmak mekruh
değildir” diyorlar.
Dördüncü vesika:
Meşhur fıkıh âlimi Halebi İbrahim, Halebi-yi kebir’in sonunda, âlimlerin,
büyüklerin kabirlerini korumak için türbe yapmak caizdir“ diyor.
Beşinci ve altıncı vesika:
İmam-ı Şarani, Mizan-ül Kübra’nın ve İbni Abidin Ukud-üd-dürriyye’nin
sonunda kabirleri korumak için türbe yapmanın caiz olduğunu bildirmişlerdir.
Uludağ’ın türbeye mekruhtur diyerek karşı çıkması, sadece vehhabileri haklı
göstermekle kalmaz, Eshab-ı kirama ve icma'ya karşı gelmiş de olur.
Çünkü, türbe mekruh olsaydı Eshab-ı kiram, Peygamber aleyhisselamı bir oda içine
defnederler miydi? Hücre-i saadetten sonra ilk yapılan türbe mübarek
zevcelerinin (validelerimizin) kabirlerinin üzerlerine yapılan kubbedir.
Hücre-i saadetin Mescid-i Nebevi içinde bulunması Hulefa-i Raşidin zamanında
olmadı mı? Hicri 17. senesinde Hazret-i Ömer, Eshab-ı kiramın sözbirliği ile
mezkur mescidi genişletmedi mi? Yine Eshab-ı kiramla istişare ederek Hazret-i
Osman mezkur mescidi genişletmedi mi?
Ondört asırdır bu kadar mezhep imamları, âlimler gelmiş geçmiş hiç kimse
türbelere bir şey dememiş, Uludağ nasıl oluyor da mekruh diyor hayret etmemek
imkansız. Yoksa büyük âlimler Kütüb-i sittedeki hadis-i şerifleri bilmiyorlar
mıydı? Yalnız Uludağ ve vehhabiler mi biliyordu? Uludağ enteresan adam, türbenin
yapılmasını uygun bulmuyor, fakat yapıldıktan sonra yıkılmasını doğru bulmuyor.
Bunu da âyete istinat ettiriyor. Vehhabiler o âyeti bilemeyecek kadar cahiller
mi?
Mezkur âyet-i kerimenin manası Uludağ'ın aleyhine delildir. İmam-ı Kurtubi'nin
Cami'ul-ahkam isimli tefsirinde mezkur âyet-i kerimenin, dünyevi
kudretlerine güvenen kâfirlerin akıbetlerinin ne olduğunu görmeyi, onların
yıkılan saray ve tahtlarından geri kalan harabeleri görerek ibret almayı
emrettiği bildirilmektedir. Uludağ ise müminlere ait eserlerin
Vehhabilerce yıkılıp ibret alınması gibi tam ters bir mana çıkarıyor. Yarın da
bir mezhepsiz çıkıp, bu âyet, eski kavimlerin yaptığı eserlerin yıkılmasını men
ettiğini, bu bakımdan (hâşâ) İbrahim aleyhisselamın putları kırmasının,
Peygamber aleyhisselamın Kâbe'yi putlardan temizlemesinin mezkur âyete aykırı
olduğunu iddia edebilir. Mezhepsizlerden her şey beklenir.
16- Ehl-i bid’at, kâfirden zararlıdır
Uludağ’ın da büyük bir âlim olarak bildiği imam-ı Rabbani hazretleri, Ehl-i
bid’at ile konuşmanın, kâfirle arkadaşlık etmekten daha kötü olduğunu, 72 çeşit
bid’at ehli bulunduğunu, bunların içinde en kötüsünün Eshab-ı kirama düşmanlık
edenler olduklarını bildirmektedir. (c.1, 54. Mektup)
17- Ehl-i sünneti yaymak gerekir
Uludağ, neden ehl-i bid’at ile mücadeleye geniş yer verildiğini soruyor.
Birincisi bid’at ehlinin dine olan zararı kâfirinkinden daha fazla olduğu için,
ikincisi de lanete müstahak dilsiz bir şeytan olmamak için. Hadis-i şeriflerde
buyuruluyor ki:
(Ortalık karışır, yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve
Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allahü teâlânın,
meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde
bildirmeyene olsun! Allahü teâlâ, böyle âlimlerin, ne farzlarını, ne de başka
ibadetlerini kabul etmez.) [Ebu Nuaym]
(Bid’atler zuhur edip, Eshabıma kötü söz söylendiği zaman, doğruyu bilen,
herkese söylesin! Söylemeyen âlime Allahü teâlâ lanet eder.) [Deylemi]
Not: Yukarıda, Uludağ’a cevaplar kısmında geçen mezkur eserlerden
vesikaların orijinal fotokopileri “Mezhepsizler” kitabında vardır.